Gençler uğurladı, gençler sahip çıkıyor, çıkacak!
Edeb ile edebiyat arasında yakın bir münasebet olduğuna inanan Akif, edepsizliğin başladığı yerde edebiyatın bittiğine inanır. Şiirlerinde bazen çoşkun bir nehir gibidir, kabına sığmaz, haykırır. Bazen durgun bir göl gibidir, vakarıyla sesini duyurmak ister. Çoğu zaman heyecanlıdır, haksızlıklara dayanamaz.
Mehmet Akif, iddiasız, gösterişsiz ve sade bir insan olarak yazdı, yaşadı. O bir dava adamıydı. O, ahlaki bir iradenin adıdır. Hayatını sanat haline getirmiş, sanatını hayat haline getirmiştir.Akif, sadece bir şair değil aynı zamanda 4 lisana hâkim; mülkiye eğitimi almış, veterinerlik fakültesini birincilikle bitirmiş bir ilim adamıdır. Milletin dertleriyle dertlenmiş, sorunlarıyla hemhal olup çözüm önerilerinde bulunmuş bir mütefekkirdir. Mehmet Akif sahici bir sesti; güçlü, etkili bir uyarıcıydı; ırk ve renk sınırlarını aşan, özgür-özgün, vakur bir ses… Koşullara göre davranmayan, hatta koşulları-şartları değiştirmeye namzet bir ilke adamıydı. En büyük ahlak olarak fedakârlığı görüyordu, adaleti ahlakın temeli sayıyordu.
Caddelerden tenhaya kaçarak giden utangaç bir edası vardı. Sessiz, gösterişsiz bir kabadayılığı… Sahnesiz bir adamdı, yüzüne bakıldığında denize, gökyüzüne bakar gibi etrafına ferahlık neşreden biri idi. Bütün servetini yelek cebinde taşıyan, mütevazi; ince ruhlu bir insandı.
Günün birinde İstanbul Üniversitesinden çıkan dört tane genç Beyazıd Camii’ni geçerek sahaflara gideceklerdir. At arasının üzerinde bir yeşil örtü dahi olmadan bir tabut getirilmiştir. Belediye getirdiği için kimsesizlerden birinin cenazesi zannedilir. Bir belediye işçisi tabutun başında, musallanın etrafında dolanmaktadır. Bu dört gençten birisi Fethi Tevetoğlu’dur. Kendi aralarında konuşurlar. Allah rahmet eylesin, gelip bir Fatiha okuyanı dahi yok diye… Üzüntülü üzüntülü tabuta bakarak geçerler. Aralarından birisi ya hu Mehmed Akif falan olmasın der. Diğer arkadaşları ‘’Olur mu canım hiç öyle şey, nereden çıktı?’’ derler. İstiklal Marşı’nı yazmış ve bu milletin kahraman ordusuna ithaf etmiş o marşı, böyle bir milli şair… Onun yazdığı şiiri o meclis üç defa ayakta dinlemiş. Olur mu canım böyle şey diyorlar.
Biraz daha yürüyorlar… Ve içlerinden birisi içime kurt düştü diyerek geri dönüyor, diğerleri de onunla birlikte dönüyor. Belediye işçisine soruyorlar: ‘Bu sahipsiz cenaze kiminidir, hiç mi kimsesi yoktur, biliyor musun?’ Vallaha at arabasıyla getirdik, Mehmed Akif, şair –onun cenazesi… Ve orada kıyamet kopuyor, o dört tane genç; önce İstanbul Üniversitesi’ne koşuyorlar her tarafa haber salıyorlar. Bir anda bu vaveyla bütün İstanbul’da duyuluyor. İstanbul Üniversitesini depolarından birinde bir bayrak buluyorlar ve o bayrağı getirip tabutu örtüyorlar. Bayrak, kahramanların ve şehidlerin tabutlarına en yakışan örtüdür. En fazla da Mehmed Akif’in tabutuna yakışmıştır. Ve Mehmed Akif’in o cenazesi İstanbul’da o tarihe kadar kalkmış en kalabalık cenazedir.Eller üstünde, parmaklar üstünde o tabut, bugün meftun olduğu yere kadar götürülmüştür.Gençler hep birden kabri başında İstiklal Marşı’nı okurlar. Bir sene sonra da üniversite gençleri harçlıklarını toplayıp şairin mezarını yaptırır. Türkiye radyoları haber olarak bile vermediler. Radyolarda yine o gün şarkı, türkü devam etti. (Prof.Dr. Mehmet Çelik)
“Şair” deyip geçmeyin, yürekler şiirleşmeden şair olunmaz! Âkif’in yüreği şiirdir. Hüseyin Cahit bunu vurguluyor ve diyor ki: “Akif’in hayatı, şiirlerinden daha büyük bir şiirdir.” Binaenaleyh, Âkif’i anmak, ihtiyacımız olan “insan”ı yeniden keşfetmeye doğru adımlar atmaktır… (Yavuz Bahadıroğlu)
Akif 1986 yılının 27 Aralığında vefat ettikten sonra aziz devletimiz onun cenazesine katiyen sahip çıkmadı. Üniversite gençliği Beyazıd’tan Edirnekapı’ya kadar cenazeyi omuzlarında taşıdılar. Tevetoğlu diyor ki, Edirnekapı’ya geldiğimizde birisi bağırdı, kısa boylu olanlar aradan çekilsinler diye. Kısa boylu arkadaşlar çekildi aradan. Biz Akif’in tabutunu ellerimizi katiyen dokundurmamak üzere başımızın üzerinde yattığı yere kadar götürdük. Orada açılan mezara indirdik. Biz tam Akif’i toprağa vermek üzereyken birisi koşarak geldi, dedi ki sakın üzerini kapatmayın çünkü Akif’in yüzünün maskını almak istiyorum, ileride heykellerini ve büstlerini yapmak için bize lazım olacak. Ben diyor Akif’in yüzünü açtım ve gördüm ki Akif’in ağzından kan gelmiş ve sakalının bir kısmı kana bulanmış vaziyette duruyor. O kırmızı ve beyaz renkler bana bayrağımızı hatırlattı. Yanımızda bayrağımız vardı çektim aldım ve Akif’in aziz naşını bayrağımıza sardım ve toprağa verdik. (Yavuz Bülent Bakiler)
Garip bir tabut vardı, Beyazıd’ın avlusunda-İstanbul Üniversitelilerin bağrında…
Garip bir tabut vardı, Asımlar tarafından el üstünde tutulmuş, baş üstü edilmiş…
Garip bir adam vardı, milletin ta bağrından; habersizce, sessizce çekip giden
Garip bir adam vardı, Asım dediği yiğit gençler tarafından sahiplenilmiş
Garip bir durum vardı ortada, millet münevverine ağıt yakarken; milletin devleti, millete bunu bile çok görüyordu.
Milletin şairi, üstad Mehmed Akif’i saygı ve rahmetle anıyorum.
Çok hoş bir yazı