İstanbul için vize zamanıydı… Süleymaniye’de soğuyan havayı, fotokopicilerin baskı makineleri ısıtıyordu. Beyazıt kampüsü yıl içinde hiçbir vakit göremeyeceğiniz kadar hareketliydi. Amfiler, son ders hocanın ağzından bir vize sorusu dökülür diye düşleyen öğrencilerin varlığıyla canlanmıştı.
**
Gün sonlanırken, Beyazıt Kulesinden yarının aydınlık, ışıl ışıl bir gün olacağı müjdeleniyordu. Yemyeşil ağaçların mermer sütunlarca çevrildiği o tarihi binadan ayrılırken, bir başka mekâna doğru yol alıyordum.
Günün hareketliliğine bir kahve molası vermek üzere Şişhane’deyim. Ecnebiler, “le petit champ des morts” derlermiş buraya… Yani, küçük ölü tarlası. Anlayacağınız yerleşime açılmadan evvel bu dünyadan göçenler için Şişhane, ebedi bir istirahatgâhmış. Şimdilerde yalnız sadece ölüler için değil, pek tabii diriler için de bir durak olduğu söyleyebilir. Benim kahvecimi de bir kedi kendine yuva bellemiş. Ben ‘’Emek’’ üzerine iktisadi düşüncelere dalmış ve baskıdan taze çıkmış nottan ‘’Çalışma; gerginlik, çaba, gayret ve zahmet içerirken, boş vakit çabasız, rahat ve zevk vericidir. Endüstriyel çalışma başkalarınca örgütlenir, sıkı sıkıya programlanmıştır oysa boş zamanda; insan işvereninden, zamanlamalardan, sistematikleşmelerden kurtulmuştur.’’ ifadelerini okuyordum. Kendimin ne kadar da boş zaman referanslı ‘’çalışma’’ ya yatkın olduğumu düşlerken masama diğer masadan bir misafir geldi. Hayır, Sidneyli olan o değil, yanılmayın. Kapkara, yumuşacık ve sımsıcak bir şeydi bu. Önce patileriyle beni selamladı, kendine montum ile gömleğim arasında sıcak bir alan buldu ve uyumaya başladı. Uyudu, uyudu… Bir tarafı uyuştu, kalktı diğer tarafıyla yatmaya devam etti. O sırada Şişhane ahalisi kahvesini yudumlarken bir bana bakıyor bir de Karam’a…
**
Kahve, kitap ve Karam ile 3K modellemesini tamamlamıştık. 3K’nın 3D’ye bürünmesi için bir dost gerekiyordu. Motorcu, o an çıkageldi. Biz ecnebilerin dilleri üzerine konuşurken, Karam da kendi dilinde mırıltısıyla katılıyordu sohbetimize… Dedik ki dünya her geçen gün küresel bir köy halini alıyor. Köy en küçük yerleşim birimidir, herkes birbirinin halinden dilinden iyi anlar, anlamalıdır da… Öyleyse çokça diğer köylülerle iletişim kurmak gereklidir.
Tam o sırada yan masadan bir Ecnebi, Karam’ın yakışıklılığı karşısında kendini kaybetmişti. Onunla iletişim kurabilmek için bize yanaştı… Muhabbet Şişhane’den Sidney’e; İstanbul’dan Tahran’a aslında Karam sayesinde uzanacaktı da biz köyümüzün Karam’ını sevmeyecektik… Asla! Karam, nankör değil, sadık dosttur.
**
Karam’ın açtığı muhabbete devam ettik. Brigit ve Negin, Sidney’den Tahran’a, ardından İstanbul’a gelmiş iki gezgin. İstanbul’u ne kadar çok beğendiklerini anlatıyorlar. Negin, Tahran’da doğduğu için lisans eğitimini orada almış ama yetinmemiş gitmiş taa Sidneylerde bir üniversite daha okumuş. Bizim ülkede açık öğretim fakültelerinde ikinci üniversite okuyorum diye test çözme egzersizi yapan dostlara böyle bir macerayı teklif ediyorum.
Avustralyalı Brigit, arada Tahran’da taktığı örtüyü filan anlatıyor. Garibim yaşadığı kültür şokunu daha atlatamamış. Tabi İstanbul, iyi gelmiş…
Bize ülkenin her köşesine dağılmış Suriyeli dostlar hakkında soruyorlar… Kaç kişiler? Resmi rakamlar iki milyon diyor ama sayıca çok daha fazlası Türkiye’de şuanda yaşıyor. Bunu 4 milyonluk Sidney’den gelen Brigit duyunca, şok tabi…
Oradan Avustralya’nın göçmen, mülteci politikalarına geldik. Brigit, asla ve asla mülteci kabul etmediklerini, bir şekilde gelenleri de tuttukları gibi kapı dışarı ettiklerini üzülerek anlattı. Ancak işte üniversite mezunusunuz, İngilizceniz gayet iyi bir seviyede ve bir şirketten çalışma teklifi aldınız, belki bunu düşünebilirsiniz.
Tabi bu arada bizim iki milyonu aşkın insanı misafir etmemiz ve 6 milyar$ aşkın para harcamamızı duyunca çok etkilendiklerini söylemeliyim. Bir sosyal bilimci olarak kamu diplomasisi faaliyeti yapmaktan da kaçınmıyoruz, anlayacağınız.
Aylan bebeği gösterdim onlara… Hemen hatırladılar… Evet işte o kare insanlığın vicdanının dibe vurduğunun belgesiydi.
Negin bu arada petrol zengini Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin Suriyeli mülteci almamasından yakınıyor. İran’ın Suriye’deki halka karşı tutumunu söylediğimde beni desteklemekten de vazgeçmedi. Ahmedinejad’ın gidişini mutlulukla karşılamış, Ruhani ile İran’ın dışa açıldığını ve ambargonun kalktığını büyük bir sevinçle paylaşıyor. Bu arada babaannesinin İzmir doğumlu bir Azeri Türkü olduğunu söylemesiyle ayrı bir konu açılmış oldu. Bir ara bloğumdan Amasra hakkındaki yazıyı okuduğuna şahit olduk, çok az Türkçe bildiğini gururla söylemekten geri durmuyor.
Sidneyli dostumuz Brigit’e soruyorum: ‘’Sizde insanlar ne konuşur, gazetelerde neyi manşet yaparlar?’’ O anlatmaya başlarken aramızda kıtalar olduğunu derinden hissediyordum. Bizde diyor, sportif haberler en baş sırada gelir. Kim hokey maçını kazanmış, turnuvalarda şampiyon kim, en hararetli tartışma konusudur. Sonra diyor insanlar ev alıyorlar, mortgage sistemi tartışılır, genelde bizim gündemimiz böyle şekillenir. O anlatırken düşünüyorum, Türkiye’de iktidarlar manşetlerle çarpışa çarpışa gelir; medya şirketleri batırır, büyük siyasi savaşların en kirli enstrümanıdır medya… İşte burası Türkiye…
Suriyeli mültecilerin durumu her vicdanlı insanı sarstığı gibi onları da sarsmış görünüyor. Siz 6 milyar $ harcarken AB ülkeleri mesela Almanya yardım etmiyor mu size?
Almanya… Onlar mülteciler akın akın Kara Avrupa’sına adım atmaya başladığında Türkiye diye bir müttefikleri olduğunu hatırladılar… Şimdi Suriyelileri Avrupa sokaklarında görmekten büyük korku duydukları için bize destek vermeyi teklif ediyorlar, diye anlatıyorum.
**
Sohbet, sohbeti açıyor, Ortadoğu’nun sıcak gündemi Avustralyalı dostumuz Brigit’i o kadar etkilemişe benziyor ki, fotoğraf çektirebilir miyiz; Sidney’de günde saatlerce haber dinleyen, dünya bültenlerini izleyen babama anlattıklarınızı söyleyeceğim, Suriye meselesini anlatırken sizi de göstermek istiyorum… Peki diyoruz, motorcuyla; Şişhane’den Sidney’e zihinlerde bu insanlık krizine dikkati çekmişliğin hafif mutluluğuyla, gülümsüyoruz kameranın objektifine…
**
Pera’da gece başlıyor… Biz 3D’ye 2E ekleyip; Karam’la vedalaşıyoruz…
**